İlkelerimiz ve Yapımız

15 Temmuz 2018 Pazar

Biz kimiz?
Kömünizm, siyasal islamcılık, eşcinsellik gibi ideoloji/hastalıkları ile bilinçli olarak zehirlendirilmeye çalışan Türk gençliğinin arasından sıyrılmış, aklı hür, fikri hür, Türkçü gençleriz.
Bizler; Mustafa Kemaller, Enverler, Kazım Karabekirler ve Kuvay-i Milliye fikri ve ruhu ile emperyalizme, kapitalizme, sömürgeci ve bölücü hiç bir güce bağlı kalmadan yılmaz vatanımızın birliğini, bölünmezliğini ve bekasının bekçileri olarak Atatürk ve silah arkadaşlarınını bizlere bıraktığı bu aziz vatanımızın garantisiyiz.
Bizler; Militarist Türk gençleriyiz. Bu zamana kadar bize verilen hakların ve aziz vatanımızın silah ve mermilerin gölgesinde bize emanet edildiğinin bilincindeyiz. Ve bir gün haklarımızı vermemiz gibi bir durum oluşursa bedenimizi siper olarak kullanacağımızı biliyoruz. Kendimizi en kötü duruma hazırlamak için bir asker gibi yaşıyor, duygularımızı törpülüyor ve postallarımız ile kızılların kafasını ezeceğimiz günleri ip ile çekiyoruz.
Listeleyecek olursak;
1- Ulusal Cephe, hiçbir dış ve sömürgeci zihniyete bağlı kalmadan davamızın tüm ilke ve felsefelerine uygun haraket ederek teşkilatlanmaktayız. Bugün hiç bir sömürgeci ve kapitalist zihniyete maruz kalmadan oluşan bu teşkilat yapımız, gelecekte yıkılmaz, iç ve diş bedbahtlar tarafından ele geçirilemiyen Atatürkçü toplum yapısının oluşmasına etken olacaktır. Cephemiz, fikren dejenere olmamış gerçek Türk milletinin asil kanlarıyla, kontrölcü, kuşatıcı, hataya tamamen kapalıdır ve emin adımlar ile bu yolda ilerleyecektir.
2- Türk milletinin mutlak birliğini üstün ahlak çerçevesi içerisinde, saygın, eğitimli ve sağlıklı, tavizsiz disiplin ruhu ile hareket eden, vatan topraklarına, tarihine ve milli değerlerine sadakat ile bağlı, militarist, safkan ve cesur bireylerin yetiştirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Bireylerin kapitalist, sömürücü ve bölücü tüm oluşumlar karşısında çelik gibi sağlam ve kararlı bir biçimde gerek bedenen gerekse psikolojik olarak savaşması  gerekmektedir.
3- Ulusal Bağımsızlık ilkesini savunuyoruz, çünkü Türk ulusu sosyal, ekonomik,
kültürel, teknolojik ve bilimsel olan her alanda dışa bağımlılığı minimuma indirgeyecek
olan Ulusal Bağımsızlık ilkesinden yola çıkarak, devlet tarafından halk tüm bu faaliyet
alanlarında maddi olarak desteklenmeli ve eğitilmelidir. Halkın ve devletin yabancı
sermaye ihtiyacı ve dışa bağımlılığının koparılması, ancak milli ve yerli üretimle
mümkün kılınabilir! Üretimin, sanayileşmenin artırılması Ulusal Bağımsızlığın ve kendi
kendine yetebilen ve hatta dış güçleri kendisine bağımlı kılan bir yapıyı oluşturacaktır.
4- Militarizm ilkesini savunuyoruz, çünkü ulus yani millet, devleti oluşturan temel yapı
taşı olarak, topyekün bir militar düzen içerisinde çalışmalı, gelişmeli ve geliştirmelidir.
Militarizm ilkesinden yola çıkarak, olası ordu gücünün bi taraf edilmesi, kaybedilmesi
ve dahi ordu içerisine sızabilecek tehditlerde dahi, ordunun etkisiz hale getirilememesi
öngörülerek, Türk ulusunca, halkın tamamı dahil olmak üzere, askeri bir düzen,
disiplin, inanç ve vatan sevgisi ile gelecek nesiller eğitilmeli ve yetiştirilmelidir. Güçlü,
ahlaklı, inançlı, çağdaş, eğitim almış ve milliyetçi bir Türk toplum yapısı
oluşturulmalıdır.
5- Ulusal Cephe, sağ veya sol görüşe sahip bir teşkilat değildir. Bu sebepledir ki;
kendisini "sağcı" veya "solcu" görüşe sahip hisseden bireylerin başta ülkemizde
mevcudu bulunan partileri ve örgütleri iyi incelemesi gereklidir. Yıllardan beri bir adım
dahi ileriyi göremeyen, yenilikçiliğe kapalı, siyasi üsluptan tamamen uzak, milli çıkar
ve ulusal odaklardan yoksun "piyon siyaseti" nin karşıtı olan üçüncü görüşe sahibiz.
6- Halkçılık ilkesini savunuyoruz, çünkü halk için devlet, devlet için halk ilkesi
benimsenerek, Türk ulusu yabancı sermaye ve kapitalizme karşı savaşmalı, yerli
üretimi, sanayileşme, bilim ve teknolojiye gereken önemi milletçe vermelidir.
Anti-kapitalist bir Türk toplumu yaratılmalı, dışa bağımsız, tamamen milli üretime
odaklı bir ekonomik sistem kurulmalıdır. Bilim, Teknoloji ve Savaş sanayi, yer altı
kaynakları, eğitim ve sağlık gibi tüm alanlarda ilerleme kaydetmek için kapitalizmle
savaş!
7- Devletçilik ilkesini savunuyoruz, çünkü ülkenin genel ekonomik faaliyetlerinin
düzenlenmesi ve yürütülmesi, halkın girmek istemediği veya yetersiz kaldığı ya da
ulusal çıkarların gerekli kıldığı alanlara girmesini öngörür. Türk toplumunun ulaşmak
istediği çağdaş ve modern bir düzen için gerekli olan ekonominin güçlendirilmesi ve
ulusallaştırılması dır. Devletçilik ilkesine göre, devlet ekonomiyle ilgili olarak
doğrudan doğruya müdahale yapabilir. Ekonomik teşebbüsler sadece devlet
tarafından yapılmayacak, özel teşebbüslere izin verilecek fakat hiçbir özel teşebbüs
devlet kontrolünden ve teftişinden çıkamayacak.
8. Sosyal Laiklik ilkesini savunuyoruz, çünkü Sosyal Laiklik, devletin, millete olan
ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması ve ayrıca, herhangi bir inancın, özellikle
de bir toplumda egemen olan inancın, aynı toplumda azınlıkların benimsediği
inançlara baskı yapmasını önlemek demektir. Sosyal Laiklik ilkesinden yola çıkarak,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her bir birey, istediği maneviyatı benimsemekte
özgür olup, dini ibadetlerini her alanda yerine getirebilir. Ancak; Devlet ve millet, asla
dini kuralları herhangi bir kesime veya kişiye dayatma, uydurma ve benimsetme adına
baskı yapamaz. Devlet ve millet, anayasa ve hukuk kuralları çerçevesinde hüküm
verip, hak arar. Sosyal laiklik; kişinin özgür ve hür iradesiyle dinini yaşamasıdır. Dini
propaganda yapılması, kutsal değerlerin asimile edilerek, gerçek kaynaklardan değil,
tarikat gibi yapılar ile sömürge aracı haline getirilmesi, milletin kutsal değer ve
vicdanlarının dejenere edilmesi, Ulusal Laiklik ilkesince kati suretle kabul edilemez.
Bu yapılar devlet tarafından yok edilirler.

Suçlamaları Reddediyoruz, Türkçüler olarak birleşiyoruz.

14 Temmuz 2018 Cumartesi

Korkularımızın asıl sebebi bunun geçici bir süreçten ziyade, gelecek nesillerin ve geleceğin Türkiye’sinin kalıcı kimliğine dönüşmesidir. Bunu anlamak için paranoyak olmaya gerek yoktur.
   
   Son 10 yıldır Türkiye’nin ve Türk halkının çektiği her olay her acı gelişme bir uyuşturucu haline gelmiştir. Çünkü bu süreçte yaşadıklarımız kolay atlatılacak ve unutturulacak şeyler değildir.  Bir oyunun kurbanı olarak verdiğimiz onca şehit, yitip giden milli değerler ve tüm bunların karşısında gelişen ötekileştirmeler, ayırıcı politikalar…
  
   Bir şehit haberi geldiğinde, 3-5 gün yas tutup ve bir sonraki şehit acısına kadar ülkede yaşanan her şeyi ve bu kayıplarımızın esas sorumlularını unutur sorgulayamaz hale geldik. Tarihimiz deki gerçekleşmiş ve bir çoğu sadece düzmece olup Türk kimliğine leke sürme amacı taşıyan olaylar yüzünden gerek yurt dışı gerek yurt içinde ki diğer milletlerden özürler dilendi. Bu özrü dileyenler bizler değildik, çünkü bu suçlamaların esasında ki gerçekleri ve amaçları en az başımız da ki devlet sorumluları kadar iyi biliyorduk, ama buna rağmen vatandaşın fikri sorulmadan özürleri dileyen ve suçlamaları kabul eden o devlet adamları oldu. Bizim kimliklerimize leke sürerek, amaçladıkları politikaların da ekmeğine bal sürmüş oldular. Yurt sınırları içerisinde Türkiye cumhuriyeti kimliğiyle yaşayan ama kendilerini “öteki” olarak sınıflandırmaktan orgazm olurmuşçasına zevk alan biri veya birileri eli silahlı bir başka Türkiye cumhuriyeti vatandaşı tarafından öldürülünce bu durum direkt olarak Türk faşizmi olarak algılanır bir hale geldi.
  
   Tüm bu süreç içerisinde işlenen cinayetlerin sorumlusu ve sebebi olarak Türk milliyetçiliğini sorumlu tutamazsınız. Eğer tek başına bir Türk vatandaşı, bir kürdü veya ermeni’yi söylemleri için öldürdüğünde bunun sorumlusu Türk milliyetçiliği ise, askerimizi kalleşçe öldüren bir terör örgütünün lehine sokaklarda slogan atan Kürtler ve onların milliyetçiliği nasıl oluyor da şehitlerimizin kanından sorumlu tutulmuyor!
   
   Terör örgütlerinin siyasette ve kamuoyunda gayeye ulaşma aracı olarak kullanıldığı bu yüzyılda, demokrasiye inanamazsınız. Eğer demokrasi sadece azınlıkların oyuncağı ise, ve şiddet içeren ırkçılık bir “hak” olarak tanınıyorsa bu ülkede Türk’ün susması başta atalarına ve sonrasında kendi benliğine karşı işlediği koyu bir günahtır. Bu yüzyılda peşinde koşulan demokrasi bir hayaldir. Çünkü batılı ülkelerinin diğer tüm görüşleri reddedip bizim gibi 3. dünya ülkelerine asimile etmeye çalıştığı bu “demokratik sosyalizm” in temelinde  “sosyalist terörizm” in benliği ve çirkin ruhu yatar. Emperyalist güçlerin bir numaralı çarkı haline gelmiştir bu ayrımcı ve bölücü ama bir o kadarda süslü ideoloji.

  Şimdi sormak lazım, neden “Türk’üm” demek yasak ve faşistliktir herkesin “Hırant” olarak sokaklara döküldüğü, doğuda insanların “Bijikürdistan! Bijiapo!” diye bağırdığı bu topraklarda?  Türk’ün milli şuuru neden onlar için sadece eski çağlara ait barbarca bir küfür? Sebep açık ve net; Türk ırkçılığı güçlü ve yıkıcı olabilir. Batı ülkelerinin planlarını alaşağı edebilir…

Neden Nasyonal Sosyalist'im

13 Temmuz 2018 Cuma

Neden Nasyonal Sosyalist'im..
Bu zamana kadar bizlere Alman milliyetçiliği gibi ithamlarda bulunanlara ithafen yazılmıştır.

1. Dünya savaşı bitmiş. Almanya büyük bir ekonomik krizde.Savaş şartlarında kaybetmiş ve Versay anlaşmasını imzalamak zorunda kalmışlardı. Savaş tazminatı o kadar çoktu ki Almanlar bir gecede devülazyona uğradılar ve borçlarını ödeyemediler. Enflasyon rekorları kırmış artık bir kg şeker almak için 5kg ağırlığında para harcamak gerekiyordu. Almanya'nın demir yatağı REN bölgesi gitmiş diğer önemli bölgeleri de paylaşılmıştı. Almanya 90 milyon nüfüsü olmasına rağmen 100k'dan fazla ordu yetiştiremiyor ülkede kömünistler sürekli grevlere giriyor yahudi medyası da ateşi körüklüyordu..

Tüm Avrupa cephesi Almanya'ya cephe almıştı.
Sonra 1. Dünya savaşında cephede bir onbaşı olan genç Nazi partisinin başına geçti. Sokaklarda SA milisleri kızıllara kan kusturuyor halkı milliyetçi cepheye çekmeye çalışıyorlardı.

Sene 1924..Nazi partisi meclise giriyor.. Yüzde 6.5 oy ile mecliste 13 koltuk kazanıyorlar ama yeterli değil.
Ülkenin kızıllara teslim olmaması gerektiğini düşünen Hitler, Birahane Darbesi ile 600 milisi ile Berlin'e yürüyor..
Dava arkadaşı, manevi babası güvenlik güçleri ile çıkan çatışmada kollarında can veriyor.
Esir düşüyorlar.
10 yıl hapsi isteniyor. Ama zindanlar dar geliyor, halkın baskısı ile dışarı çıkıyor.
Yılmıyor. 1930 seçimlerinde oy oranı yüzde 18'e 1934'de ise 43'e yükseliyor. Ne bir darbe, ne uzun yürüyüşler. Onlar marşlar ile halk ile birlikte iktidara yürüyorlar..
Sovyetler durumdan rahatsız.
Sovyet desteği alan kömünist parti üyelerine bağlı bir kızıl meclisi yakıyor.
Ülke ayaklanıyor, kömünistler son kez de olsa greve gidiyorlar.
Devlet başkanı Hiddenburg  tedirgin. O kadar korkuyor ki kömünizm ile mücadele için Hitler'i başbakan seçiyor.
Hindergurg vefat etti!
Alman soylusu olan Hindenburg vefat ediyor ve bunu fırsat bilen kömünist parti ülkeyi erken seçime sokmayı istiyor. Ama olamaz! Yüzde 43'lük bir oy alan parti ülkeyi kömünistlere teslim edemez!
Tüm yetkileri kendinde toplamak için meclise  yasa önerisi sunuyor. Ama meclisin 4/3'ü buna destek vermek zorunda. NSAİP yeterli koltuk sayısına sahip değil. Oylamanın yapılacağı sabah SA subayları meclisin önünü mesken tutuyor. Kömünist vekillere aman vermeyen SA milisleri meclise kızıl sokmamakta diretiyor. O anlarda ise Hitler "Führer" seçiliyor.
İlk işi Versay anlaşmasını yırtıyor sonrasında ise şunları ulusun özgürlüğünü kazanması gerektiğini ve bunu da Atatürk'ün Sevr'i yırttığı gibi yapacaklarını söylüyor. .

Kitabının 602. sayfasında ise Türkiye hakkında şunları söylüyor. "Bizim amacımız dünyayı Nazi egemenliği altına almak ama ben Türkiye ile hiç bir zaman düşman Olmayacağım.Yani, dünyada savaşmayacağım tek ülke Türkiye'dir."
Tarihçi Stefan Ihrig ise Hitler'in Atatürk Hayranlığı adlı kitabında şunları söylüyor." * Hitler, iktidara yükselirken İtalyan diktatör Benito Mussolini’yi değil, Atatürk’ü örnek aldı. Öyle ki, Türkiye’yi kendisinin ‘parlayan yıldız‘ı olarak görüyordu."


Tarih 10 Şubat 1937, Yer Münih. Hitler kendisinin propaganda bakanı Goebbels ile birlikte Nazilerin resmi heykel traşlarından biri olan Josef Thorak'ın atölyesini ziyaret ediyor. Arkadaki büste iyi bakın. Şanlı Atam'ızın büstü tüm ihtişamı ile orada duruyor. Atatürk'ün heykeli karşısında eğilen Hitler aynı heykeli Berlin'e dikiyor!
Hitler'in yakın dostu ve resmî fotoğrafçısı Heinrich Hoffmann hatıralarında şöyle diyor: "Çok sevmesine rağmen bir Balkanlı eşkıyaya benzediği şortlu fotoğrafını görünce bütün saygısını kaybettiği Mussoloni'ye rağmen, Atatürk'e hayrandı ve Thorak'ın yaptığı Atatürk büstü, bağrına bastığı birkaç eşyasından biriydi."


Tarih 30 Ekim 1933. Bu kez yer Berlin Tiergarten Caddesi. SA milisleri ve Hitler Gençliği yağmurun altında dizilmişlerdi. Tören büyüktü ama bu tören bir nazi resmi töreni değildi. Dizildiği yerin karşısında ise Türk büyükelçiliği vardı. Orada gündüz 11!den gece yarısına kadar sürecek "ONUR NÖBETİ" ise Türkiye Cumhuriyet'inin 10. yıl kutlamaları. Tören kıtasını SA kurucusu Ernst Röhm denetliyor. Birazdan büyükelçiliğe girecek ve svatiskalı çiçeğini büyükelçimize sunacak ardından ikisi  birlikte balkona çıkıp önce marşımızı sonra da Nazilerin Horn Wessel Song marşını dinleyeceklerdi. Daha sonra da büyük hayran olduğu Atatürk ile Ankara'da buluşacaktı.



Birkaç ay sonrası. Tarihler 19 Nisan 1934. Berlin'de bütün bayraklar yarıda. Resmi yas ilan edilmiş. Kim bu ölen? . Kapatılan caddeden askerlerin arasında top arabasında geçen cenazeyi halk Nazi selamıyla uğurluyor. Cenazenin arkasında Hitler'in kabinesi, generalleri, yakın adamları tam kadro yürüyor. Tek tuhaflık tabutun üzerindeki Türk bayrağı. Büyükelçilik'ten tren garına taşınan cenaze Türkiye Büyükelçisi Kemalettin Sami Paşa'ya ait. Paşa, Atatürk'ün "yarın cumhuriyeti kuruyoruz" dediği birkaç kişiden, İstiklal Harbi komutanlarından biriydi. O yüzden 1925'te Şeyh Said ayaklanmasını bastırma görevini de ona vermişti. Tabii, "ayaklanma acımasızca bastırılacak, Kürtler silahsızlandırıp, çoğunluk oluşturmayacak şekilde ülkeye dağıtılacak"tan oluşan üç maddelik planını da kabul ederek. Hitler'le randevusuz görüşebilen tek büyükelçi olan paşa bir trafik kazasında hayatını kaybedince böyle görkemli bir resmî törenle Türkiye'ye uğurlandı.  Aynı büyükelçimiz Nürenberg Mitinglerini Hitler'in protokolunda izleyen tek Alman dışı bürokrattı.

Sonraki dört buçuk yıl boyunca, muhafazakar Kreuzzeitung gazetesinde Türkiye hakkında tam 2 bin 200 parça haber veya analiz yayımlandı.
Hitler'in ben ölürsem benim yerime Rudolf Hess geçsin dediği Amiral, zamanında Yavuz ve Midilli zırhlılarında görev yapmış eşi ile çamlıca'da flörtleştiğini kitabında yazmıştı.
Hitler gençliği sokaklarda Türk bayrağı taşıyordu.
Bu bizim onlara verdiğimiz ilham ve cesaretimizdi. Onların fikir babası ulusal bağımsızlığımızın sembölü ve Mustafa Kemal Atatürk'tü.
 Nazi bağlantılı Heimatland gazetesi, 1 Eylül-15 Ekim 1923 arasında sayfalarının sekizde birini Atatürk’e ayırdı.
Genç Türkiye Devleti ile Genç Alman devleti arasında dostluk rüzgarları esiyordu.

Hitler Türkiye'deki Pantürkizm haraketlerini destekledi. Hüseyin Nihal Atsız gibi isimlere özel hediyeler gönderdi. Irkçılık davasında arkamızda yabancı bir güç vardı iddiaları dolaştı.
Almanya sanıldığı gibi Türklere düşman olmamıştır. O sıralar Sovyetler bizden Kars ve Ardahan'ı isteyip gerekirse savaşırız dediği zaman Atatürk'ten önce tepkiyi Hitler koymuş ve Atatürk'e yanındayız demişti. Atatürk öldüğünde üst düzeydeki nazi bürokratlar gözleri yaşlı bir şekilde Atatürk'ü sonsuzluğa uğurladılar.
Bu nasyonal sosyalizmin mücadelesidir. Bu kömünizme alınan bir tavırdır!
Zafer ve lider için...
EMRE ÇELEN...